12 Eylül 2010 Pazar

Gökkuşağı... / 22.11.07

Yorgunlukların hiç yokmuş gibi, hiç yorulmayacakmışsın gibi gelir en başta, gücün hiç tükenmeyecekmiş gibi...
Ama aldanmamak lazım bu başlangıcın süslü, cici hallerine...
Öğrendik ya artık ne kadar ciciyse o kadar acıymış tadı bu masalların...
Doğru orantılıymış süsüyle sömürüsü, öğrendik ya...
Zamanla yorulduk... Zamansız olanlarınsa daha hiçbirşeyden haberi yok, yaşayıp öğrenecekler, bizleri dinleyemeyecekler... Onlar da aldanıp onlar da tüketecekler nefeslerini aynı yolda... Yorulmamak yok, yorgunluk var, onlar da tadacaklar. Bizim zamanında tattığımız şimdilerde tadına alıştığımız ama bağımlılık yapan aldanılmış bir yorgunluk bu...
Göz kapaklarımız düşer yorgunluğumuzdan, büyümek için uyumak sanki bu! Sanki yorulmadan büyünmez... Zaman alır, alışkanlık yaratır, kurtuluşu zorlaştırır... Ama her büyük de yorgunluğa alışıktır, onunla vardır...
Nasıl birşeymiş ki bu?! Hala tırmanıyorum bu dik yokuşu. En başında gençliğine güvenip yorulmaz dediğim bedenim ve ruhuma acıyorum şimdilerde, alıştı o da artık bu büyüme oyununa. Yorgunlukların esiri olup tırmalamaya başladı tırmandığı yokuşu...
Peki sonu nerde bu yokuşun, yorulmaz sanarken kendimi, dinlediğim masal gibi gökkuşağının sonuna mı çıkıyor?...

devr-i cehalet / 21.11.07

Bir kalemim vardı benim... Susmak, durmak, bitmek nedir bilmezdi. Umutlarım varken ya da umutsuzken, bazen mutlu bazen mutsuzken, yada hırçınlığıma belki de uysallığıma denk gelen zamanlarda; benim hep bir kalemim vardı...
Onca varlığın arasında bir hiçlik başladı aniden, miladını sorsan bilmem. O günden bu güne hiçim ben... Yavaş yavaş tüm güzel ve çirkin duygularım yokolmaya başladı, cansızlaştım... Kendi tarihimde bir devri kapayıp öbürünü açtım.
Hissedebilirken bilge olan ben ; kaybetti tüm yetilerini, cansızlaştı, devr-i cehalet'e bir adım attı.
Bakan, işiten, düşünen ama kör, sağır, lal bir bendim artık. Devir bu devirdi yahani hissetmek kar etmiyordu. Hava gibi olmalıydın artık bu devirde gözle görülmek yaramıyordu, rüzgarsız bir hava olmalıydın kimsenin hissetmeye tahammülü yoktu. Bunu istiyorlardı, sakin-lal bir havaydı aradıkları. Buldular... Tüm rüzgarlar yok oldu. Varlığı görmezden gelindi. Zaten görünmüyor olması bahanesiydi. Ama farketmediler ki; neyi solurdu onlar, nasıl yaşarlardı?!... Unuttular havayı...
Cansızlığın devri... Hisler yok, kalem de yok!
Kendi tarihimin içinde kaybettim kalemimi, hani benim susmak, durmak, bitmek nedir bilmeyen, hissedebilen bir kalemim vardı ya işte onu kaybettim.
Rüzgarın uçuşturmadığı tozların altında kalmış kalemimi devr-i cehaletin hiçliğine, tarihime armağan ettim...